Şu an tarih 7 Aralık 2023. 3 sene geçmiş aradan. Burda yazılıp bırakılmış bir dünya yazım var, en eskisinden başlayarak bir bakayım dedim neleri yazmaya değer bulmuşum. kendi değişimimi bir yazıda bile görebilmek çok ilginç bu arada. daha özenli cümleler, düzgün, uyumlu yazım tarzı. şimdi çok daha dağınığım. ama yine de kitabın beni etkileyişi hoşuma gitti. farklı bir bilge tarafından yazılmış hissi de veriyor ama etkilendiğim yönler şimdi de benzer olurdu, bunu görmek de tatlı bir hismiş.
Galiba büyük ve büyüklüklerini hak eden doluluktaki şehirlerde yaşamanın en güzel hali kaybolmak. Çünkü her kayboluşta farklı bir şeyler buluyorsun yoluna varana kadar. Harikalığı bende gizli İstanbul’un bu yüzden. Ne desem az kalır, anlatamam. Kaç yazar, kaç şair anlatmış da bitmemiş anlata anlata. Taşı toprağı altın demekle hata etmişler. Taşı toprağı yaşanmışlık, hatıra. Her adım atışında çıkan sesler geçmişin yansıması duyabilene.
Ben de bu seslere uyup yönümü Kadıköy’de İmge Sahaf’a çevirdim diye düşünüp olayı klişeden kurtarıyorum kendimce. Daha afili bir hatıra oluyor o zaman. Gördüklerim içinde en büyüğü oluyor kendisi ve hatırladıkça keşke daha çok param olsaymış, her yere yürüseymişim, yemek yemeseymişim, açlıktan titreseymiş ellerim ama bütün paramı kitaba yatırsaymışım diyorum. Çünkü bayılırım uzaktan gelen davul sesine. İnce ince.
Neyse efendim bu sahaftan aldığım 1968 basım Altın Kalem yayınlarının Honore de Balzac imzalı Eugenie Grandet kitabından bahsedicez biraz.
Cimri bir baba. Her şeyi kabullenmiş, sus pus bir anne. Annesinin himayesinde büyüdüğü için onun bir kopyası ama alttan alta değişime de açık bir genç kız. Zaten değişim olmasa çatışma olmaz, çatışma olmasa da yazacak bir roman. Ve son olarak da efendisine adeta tapan bir hizmetçi. İnanılmaz büyük bir servete sahip olan Felix Grandet, servetini Fransız devrimi sonrası oluşan durumdan yararlanarak alın teri yerine hileyle yapmış, cimrilikte sözlük anlamı haline gelen Saumurlu bir fıçıcı. Yaşadıkları kasabanın en zengini ve en saygı duyulanı. Servetinin miktarınıysa bilebilecek 2 kişi var kasabada: Biri yatırım işlerine bakan noter Cruckot, diğeriyse banker Des Grassins. Kitapta geçen “parasının büyüklüğünü ona gösterilen saygıdan görebilirsiniz.” cümlesi daha net anlatır durumu kanımca. İşte bu Grandet Baba evde karısına ve kızına para konusunda göz açtırmıyor, her şeyi sayılı veriyor hatta her gün belirli miktarda yemek yiyorlar. Fazlasına el uzatmayı kimse düşünmüyor bile. Galiba hem yıllardır süregelen alışkanlıktan hem de Grandet Baba’nın her gün her an her şeyi sayılı olarak tutmasından.
Kahramanlarımız monotonluğun kelime anlamını yaşam biçimi olarak benimsemişken bir anda hayatlarına bir yabancı giriyor. Aslında yabancı değil tabi, Grandet Baba’nın kardeşinin oğlu Charles elinde bir mektupla bir gece kapıyı çalar ve kitap da bence bu noktadan sonra asıl, okunası hale gelir. Bunu demem betimlemelerin bir süre sonra beni yormasından. Neyse ki orayı atlattıktan sonra su gibi akıyor kitap.
Ve Charles’ın gelişi tüm dengeleri değiştiriyor. Eugenie Grandet o süklüm püklüm halinden çıkıp konuşmaya başlıyor ve konuştukça kişilik kazanıyor. Grandet Baba’ysa kişiliğinden ödün vermeyerek kötülüklerine, cimriliklerine, planlarına, sinsiliklerine devam ediyor. Bayan Grandet ise yaptığı fedakarlıklara yenilerini ekleyerek kızını korumaya çalışıyor kitap boyu.
İçeriğinde fazla bahsetmek istemiyorum okuyan olur belki diye o yüzden kısa bir “neden okumalısınız?” başlığına odaklanacam şimdi.
Öncelikle bu kitap Balzac’ın kariyerinin toplanmış hali olan “İnsanlık Komedyası” içerisinde Taşra Hayatından Seçmeler bölümünde. İnsanlık Komedyası’ysa Balzac’ın yaşadığı dönemdeki bir projesi. O dönem toplumunu incelemek için yazdıklarını belli başlıklar altında gruplandırıyor. Toplu olarak değerlendirildiğinde şehir yaşamı, taşra yaşamı, özel yaşam, siyaset ve ordu anlamında ciddi bilgiler veriyor okuruna. Toplamda 95 roman ve öyküden oluşuyor olması durumu açıklar galiba.
Saumur kasabasındaki ota toprağa kadar betimlediği için fazlasıyla ayrıntılı bir kitap olduğunu düşünüyorum öncelikle. Yukarda da dediğim gibi ilk bölümü okurken az biraz zorlanmış olabilirim kendi adıma. Tabi bunda kitap kahramanlarında aradığım güçlü kişilik özellikleri de etkili. Başlardaki Eugenie ile son sayfadaki Eugenie arasında bir değişim göremesem ya da yaptıklarına beni ikna edemese bu kadar keyif almış olmazdım. Ama son sayfadaki hayatı kabullenmiş haliyle kendini yerden yere atmayıp mutlu olacak bir yol bulması ve hayatına devam etmesi sayesinde severek bitirdim bu kitabı.
Tam bu noktada kitaptan bir alıntı yapayım daha iyi anlatabilmek adına.
“Kimi kadın yüzüstü bırakıldığını görünce, sevdiğini öteki kadının kollarından çekip almaya koşar, onu öldürür, ya dünyanın öbür ucuna kaçar ya darağacına gider, ya da mezara. Şüphesiz güzel bir şeydir bu. Böyle bir suç insan adaletinin üstünde bir tutkunun ürünüdür.
Kimi kadınsa boynunu büker, sessiz sessiz acı çeker, ölüp ölüp dirilir, her şeyden vazgeçer, ağlar, bağışlar, dua eder, son nefesini verinceye kadar da unutmaz. İşte aşk budur; gerçek aşk, meleklerin aşkı, çektiği acıyla yaşayan, onunla ölen vakur aşk.”
Aşkta ve savaşta her yol mubahtır görüşüne katılmayıp adaletli dövüşten yana olduğum için bazen seni üzen şeyi bırakacaksın, yeterince emek verdiysen ve olmuyorsa hayatına devam edeceksin derim hep. 3 gün 5 gün, neyse ne, üzülmek normal ama bir yerden sonra da hayatına devam edememek o kişinin sana yaptığı kötülük olmaktan çıkıp, senin kendini zehirlemen haline dönüşüyor. Ve Eugenie tam olarak da bu durumu yaşıyor. Yıllar önce sadık kalmaya yemin ettikleri sözlerinin Charles tarafından çoktan unutulduğunu acı şekilde öğreniyor ama verdiği karşılığın ancak ve ancak yüce bir insanda olabileceğini anlıyoruz.
Bir çok kitapta bu kısım dramatik hale getirilip pembe dizilere döner, kahraman acıdan kendini yerlere atar, hiç bitmeyecekmiş ve en büyük sıkıntıyı şu dünyada kendisi çekiyormuş gibi davranır. Yapmacık geliyor bana be okurken içim çekiliyor. Böyle bir insan görsem de içim çekiliyor ama neyse o ayrı konu. İşte sırf bu yüzden bile sevebilirim kitabı ben. Güçlü kişilikler bana haz veriyor, kendimmiş gibi gurur duyuyorum.
Ve tam bu noktada son bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Umarım okursunuz çünkü değer ve umarım beğenirsiniz çünkü yine değer. Hadi bakayım sağlıcakla.
“…işte bu kadının hikayesi; o kadın ki dünyanın ortasındayken gene de dünyadan uzak; o kadın ki pek iyi bir eş, bir ana olmak üzere yaratılmışken, ne kocası var, ne çocukları, ne yuvası.”
öyle işte.
kitabı şu an açıkçası hatırlamıyorum bile ama bu yazdıklarımı okuyunca bir tur daha atmaya karar verdim, sonunda yine aynı hazzı duyacak mıyım bakalım, düşüncesi bile heyecanlı :)
o zaman bus bus buseler.
selametle.